Genellikle akla gelen ilk kullanımı ekmeğe sürülmek olan organik bal ve diğer arı ürünleri, aslında gayretli büyük bir emeğin ve uğraşın sonucunda oluşmaktadır. Minik canlı arıların aleminde her kovanda adeta bir toplumsal kast sistemi hüküm sürmektedir. İşçi arılar ve kraliçe arı arasında genetik bir farklılaşma mevcut değildir. Yalnızca arı sütü olan gözlerde yetişen arı ‘’kraliçe arı’’ olabilmektedir ve diğer binlercesi de işçi arı olarak kısa yaşamları boyunca sürekli olarak kovanın yaşamı için çalışırlar.
Arıların sahip oldukları yaşam biçimi, tarih boyunca insanların dikkatini çekmiştir ve bu stilleri hayranlık uyandırmıştır. Örneğin 500 yıl önceki arkeolojik kayıtlarda ve çeşitli duvar tasvirlerinde kovanı yöneten kraliçe arının ana tanrıça olarak gösterildiğini, biçimlendirildiği izlerine ulaşmaktayız. MÖ 4500-2500 yılları arasında hüküm süren Mezopotamya uygarlıklarından birisi olan Sümerler ’den kalan taş anıtlarda, arı rahibelerin, ana tanrıça olarak kabul ettikleri kraliçe arıya tapınması tasvir edilmektedir. Sümer hekimleri, doktorları ise balı eşsiz bir ilaç olarak kabul etmekteydi. Apiterapinin ise ilk olarak Sümerler tarafından uygulamaya geçildiği ve propolis, polen ve arı sütünün tedavide kullanıldığı fikri de bulunmaktadır ve düşünülmektedir.
Eski Mısırlılar da tıpkı Sümerliler gibi arıya değer vermekteydiler. Mitolojide yeri üretkenliğin sembolü olan Mısır tanrıçası ‘’Neith’’ bir kraliçe arıdır. Firavunlar hanedanının kurucusu olan Kral Menes, arılar gibi kutsal bir hanedanın kurucusu olduğu için ‘’arı yetiştiricisi’’ olarak isimlendirilmekteydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder